Felsefe Sözlüğü

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Duyumcu Şüphecilik
Duyumların getirdiği bilgini öznel olduğunu ileri süren şüphecilik.

Duyumcu şüphecilik, duyumun nesnel temelin bırakıp öznel yanını ele alır. Bu bakımdan hem duyumcu hem öznelci bir yapıdadır. Antik çağ Yunan düşüncesinin ünlü şüphecileri: Pyrhon, Aenesidemos, Timon gibi düşünürler nesnelerin algıladığımız biçimde var olduklarından şüphelenmek gerektiğini ileri sürerler; çünkü her insanın duyumu başkadır ve herkes kendi duyumuyla algıladığından, başkasınınkine benzemeyen, kendine özgü bir bilgi edinir.

Aenesidemos bunu kanıtlamak için on kanıt ileri sürer. Bu kanıtlar şöyle özetlenebilir: hepimiz aynı biçimde algılasaydık hepimiz aynı düşünceleri ya da bilgileri edinirdik, oysa hepimizin çeşitli ve birbirimizinkine benzemeyen düşünceleri var. Öyleyse nesnel gerçeklik yoktur, bilgilerimizden daima şüphe etmeliyiz. Duyumcu şüpheciler, bundan, katıksız idealist bir sonuç çıkarırlar: aynı nedenin çeşitli sonuçları olabilir: güneş karartır, kızartır, eritir ve yakar, öyleyse nedensellik yoktur, nedensellik olmadığına göre oluş yoktur. Duyumcu şüphecilerin düştükleri bu yanılgı, duyumun nesnel temelini bırakıp sadece öznel yanını almanın sonucudur.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Düalizm
Herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme... Bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.

Felsefe alanında ilk dualist, antikçağ Yunan düşünürü Anaksagoras’tır. Anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. Anaksagoras’ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.

Fransız düşünür Descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. Dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. Dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

E Dizini


Eklektisizm
(Seçmecilik)

Farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi. Eklektizm, öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi, aralarındaki çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla, düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır.

Fransız düşünürü Victor Cousin, eklektizm yönteminden bir felsefe okulu kurmuştur. Cousin’in eklektizm öğretisi Platon’u, Kant’ı ve İskoçyalıları kaynaştırır.

Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse, eklektizm, farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin bir araya getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir. Ama uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir.

Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de, ilkesel olarak değil, karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir eğilim, sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında görülür.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Elea Okulu
Antikçağ Yunan düşüncesinde Ksenofanes ve onu izleyenlerce geliştirilen öğreti...Kloplon'lu Ksenofanes, Hellen kentlerinde yetmiş yıl süren bir geziden sonra Napoli’nin güneyindeki Elea'ya yerleşmiştir. çok tanrıcılığa karşı tek tanrı polemiğini orada yapmış, Homeros'la Hesiodos'a karşı çıkarak Tanrı'nın birliğini ve değişmezliğini savunmuştur. Birlik ve değişmezlik düşünceleri üstüne kurulan Elea öğretisi, Ksenofanes'in öğrencisi Parmenides'le gerçekleşmiştir. Melissos, Zenon, Gorgias gibi düşünürlerin sürdürdükleri bu öğreti, antikçağ Yunan felsefesinin genel diyalektik yapısı içinde olumsuz yanı tutar. Deney dışı usçuluğu, değişmezliği, saltıklığı savunur. Elea’lı Zeon’un devimi çürütmek için ileri sürdüğü çıkmazlar da ünlüdür, bunlara Zenon çıkmazları denir. Bu çıkmazlar gerçekte kolaylıkla çözülebilecek yanıltmacalardır. Felsefe tarihinde ****fizik, Elalılarla başlamıştır. Elealılar bilginin kaynağını, duyguda ve deneyde değil, düşüncede bulurlar. Onlar için varlık birdir ve saltıktır, hiç değişmemiştir ve değişmeyecektir. Bununla beraber kavramsal diyalektiği, daha açık bir deyişle mantıksal kavramların diyalektik hareketini ilk kez ortaya atmakla Elealılar Hegel’in öncüleridir. Platon idealizminin gerçek temeli de Elealılardır. Ksenofanes’in, kendisi devimsiz olan tanrının sadece düşünmekle dünyayı kımıldattığı yolundaki ****fizik varsayımı da Aristoteles ****fiziğinin gerçek kaynağıdır. Elealı Parmenides’e göre sadece varlık vardır, dahası varlıkla düşünme aynı şeydir. Parmenides’e göre varolma ve yok olma duyuların hokkabazlığıdır, duyularsa bir düşten daha gerçek değildirler. Yer değiştirme, renk değiştirme vb. gibi insanların sözünü ettikleri şeyler sadece birer addırlar.Parmenides’e göre varlık ülkesinde sadece şu nitelikler geçerlidir: meydana gelmemiş, geçip gitmez, bölünmez, sürekli devimsiz, değişmez, aynı şeyde aynı şey, kendinde, toplu, bir, bütün...
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Endeterminizm
Hadiselerin sebepsiz meydana gelemeyeceğini, dünyada mutlak bir başlangıcı, hür bir iradenin yeri olamayacağını kabul eden determinizmin karşıtı olan görüş.

Ahlakta endeterminizm, insan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını, içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini, insanın hür iradesinin sebeplilik kanununa bağlı olmadığını ileri sürer.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Endividüalizm
Bireyin özgürlüğüne büyük ağırlık veren ve genellikle kedine yeterli, kendi kendini yönlendiren, görece özgür bireyi yada benliği vurgulayan siyaset ve toplum felsefesi. terimi ilk kez kullanan Fransız siyaset yorumcusu Alexis de Tacquille, bireyciliği insanın yalnızca kendi ailesi ile arkadaşlarına öngören ölçülü bir bencilik olarak tanımlanmıştır.

Endividualizm, bütün ortaçağı kapsayan Hristiyan dünya görüşüne bir tepki olarak Rönesans’ta ortaya çıkan bir dünya görüşüdür. gerçekte tarihi çok daha eskidir. Özel mülkiyetle güçlenmiş ve toplum içinde seçkinleşmiş olan birey topluma üstün tutan bu çok eski eğilim Rönesans ta biçimlenmiş ve bir dünya görüşü olarak ****fizikten ekonomiye kadar çeşitli alanlarda etkinleşmiştir. ****fiziksel açıdan bireycilik, tanrılık baş gerçeği yerine bireyi koyar. Bireyin usu onu bireyselliği içinde evrenselliğe bağlamaktadır. Demek ki birey, bireysel olandan evrensel olanı tek yapıda birleştiren varlıktır. öyleyse baş gerçek olarak ele alınmalı ve başta din kurumu olmak üzere bütün kurumlar onun çıkarlarına uygun düzenlenmelidir.

Bireycilik, bir değerler sistemi olduğu kadar, insan yapısıyla ilgili bir kuram, genel bir davranış biçimi ve belirli siyasal ekonomik, toplumsal ve dinsel düzenlemelere yönelik bir inanç anlamına gelir. Bireyciliğin değerler sistemi üç önermeyle açıklanabilir:

1)bütün değerler insan merkezlidir: insanlarca yaratılmış olmasalar bile, onlar tarafından yaşanır.

2) Birey kendi başına bir amaç ve yüce bir değerdir, toplum bireyin amaçları için sadece bir araçtır.

3) Bütün bireyler, bir anlamda ahlakça eşittir. Hiç kimse hiç bir zaman yalnızca bir başka bireyin iyiliği için araç olarak görülemez.Bireyciliğin insan yapısına ilişkin kuramına göre normal ve yetişkin bir insanın çıkarlarını korumanın en iyi yolu kendi amaçlarını ve bu amaçlara ulaştıracak araları seçmekte ve o yönde davranmakta en büyük özgürlüğü ve sorumluluğu bireye tanıtmaktır. bu görüş bireyin kendi çıkarlarını en iyi kendisinin bildiği ve eğitim olanağı verildiğinde, bu çıkarları nasıl geliştirebileceğini de gene onun bulabileceği inancından kaynaklanır. Ayrıca bireyin bu seçimleri yapmasının, hem onun gelişmesine, hem de toplumsal refaha katkıda bulunacağı varsayılır, çünkü bireycilik üretken çabayı özendiren en etkili yoldur bu açıdan bakıldığında toplum kendine yeterli bireyin toplamıdır..

Genel bir davranış biçimi olarak bireycilik, özgüvene, gizliliğe ve başka bireylere saygı göstermeye büyük önem verir. Otoriteye ve birey üzerindeki özellikle devlet tarafından uygulanan her türlü denetime karşı çıkar. Ayrıca "ilerleme"ye inanır, ilerlemenin bir aracı olarak da bireye farklı olma, başkalarıyla yarışma ve başkalarının önüne geçme (ya da gerisinde kalma) hakkını tanır. Bireyciliğin kurumsal sonuçları da bu ilkelere dayanır.Yalnızca en aşırı bireyciler anarşi yanlısıdır. Ama hepsi devletin bireylerin yaşamına en az karışması gerektiğine, bireylerin birbirleriyle çatışmasını önlemek ve gönüllü olarak varılmış anlaşmaların uygulanabilmesi için yasaları ve düzeni koruma görevini üstlenmek zorunda olduğuna inanır. Bireycilik, devleti zorunlu bir olumsuzluk olarak görme eğilimindedir ve "en iyi yönetim, en az yönetimdir" sloganını benimser.

Bireycilik, her bireyin (ya da ailenin) mülk edinmek için en çok olanaktan yararlanabileceği bir mülkiyet sistemi önerir. Birlik kurma özgürlüğü, her türlü örgüte girme (ya da girmeyi reddetme) hakkını kapsar.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Enstrümantalizm
Amerikan düşünürü pragmacı John Dewey’in kuramları alet sayan öğretisi... Amerikan düşünürü William James’in uygulayıcılığından yola çıkan Amerikan düşünür Dewey; bilimsel yasa, kuram ve kavramları birer “alet” saymaktadır. Başarılı olurlarsa iyi ve gerçektirler, başarılı olmazlarsa kötüdürler ve gerçek değildirler. Deneysel mantık adıyla adlandırılan aletçilik, nesnel bilimciliği yadsır. Ona göre bilimin, belli bir durumda en elverişli davranışın araştırılmasını sağlamaktan başka hiçbir nesnel gerçekçiliği yoktur. Aletçilik nesnelliği öznelliğe indirgediğinden ötürü de öznel düşünceci bir anlayıştır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Entellektüalizm
Bütün varlıkları anlıksal temele indirgeyen öğretilerin genel adı...İradecilik karşıtı ve özellikle bilgibilimde usçulukla anlamdaş olarak kullanılmıştır. Törebilimsel anlam, ahlaksal davranışların anlıkla belirlendiği anlayışını dile getirir; eş deyişle ahlaksal davranışlar bir bilgi ve uslamlama işidir. Genellikle anlığın başatlığında birleşen Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz, Wolf, Kant, Hegel gibi birbirlerinden az ya da çok farklı bir çok düşünürlerin öğretileri anlıkçılık genel adı altında toplanırlar. Genellikle küçümseyici anlamda kullanılan terimin ayırıcı niteliği, varlıkları anlıksal temele indirgemektir. Anlıkçılar içinde Platon gibi nesnel gerçekçiliği anlıksal gerçekçiliğin bir kopyası sayan, Kant gibi nesnel gerçekliğin var olduğunu, ama asla bilinemeyeceğini ileri süren, Berkeley gibi nesnel gerçekliği tümüyle yadsıyan düşünürler vardır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Entüisyonizm
Bilginin sezgiyle elde edilebileceğini savunan öğretilerin genel adı, özel olarak Bergsonculuk... Entüisyonizm , tümü idealist yapıda olarak, dört bilgi alanında gerçekleştirilmiştir: felsefe, ruhbilim, törebilim ve matematik.

1) Felsefesel entüisyonizm: Fransız idealisti Henri Bergson’un öğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır. Bergson’a göre gerçeği saltık ya da saltığı gerçek olarak kavramaya sezgi denir. Gerçeği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hiçbir yol yoktur. Çünkü gerçek, özdeksel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve tek sözle yaşamdır. Yaşam evrenin kurtuluşuyla başlamıştır ve özdeğin tüm engellerine karşın yolunu açarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir. Bu kesintisiz, bölümsüz ve sürekli akışa Bergson süre demektedir. İşte bu sürenin bilgisini kavramak için bu süreyle birlikte yaşamak, onun içinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gerçekleştirebilir. Çünkü us ve bilim sinematografik olarak çalışırlar. Bergson’a göre ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir. Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bölümsel resimlerden oluşur. Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar. Ne var ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hiçbir zaman kavrayamazlar. Demek ki us ve bilim, sadece durgun ve bölünebilir olan özdek üstünde bilgi edinebilirler. Bergson’a göre zaman, uzay gibi özdeksel değildir. Uzay özdekseldir, çünkü özdeksiz uzay ve uzaysız özdek (eş deyişle yer kaplamayan özdek) yoktur. Oysa zamanı bölen, parçalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir. Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla ( örneğin ay ayın, yıl dünyanın uzayda yer değiştirmesidir.) onu özdekleştirmektedir. Demek ki us ve bilim, hiçbir şeyi özdekleştirmeden inceleyemiyor. Yaşamsal akışın eş deyişle sürenin kavranmasıysa özdekleştirilmeden gerçekleştirilmelidir, çünkü “gerçek süre, daima zaman adı verilmiş olan şeydir”. Bunu kavrayabilecek olansa sadece sezgidir. Bergson’a göre sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür. Şöyle der: “ içgüdüyü söyletebilseydik, yaşamın bütün sırlarını çözerdik”. Bilinç içgüdüde içkindir ve ruhsaldır. Bundan ötürü de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir.

2) Ruhbilimsel entüisyonizm: William Hamilton ve İskoçyalılar tarafından geliştirilmiştir. Hamilton’a göre bilinç, dış dünyayı, olduğu gibi ve araçsız olarak ( eş deyişle sezgiyle) kavrar ve us deneyüstü hakikatleri bize sezgi yoluyla tanıtır. Hamilton’un sezgi deyiminden anladığı bir çeşit dinsel vahiydir.

3) Törebilimsel Entüisyonizm: George Moore, David Ross, Charlie Broad, Alfred Ewing vb. düşünürler tarafından geliştirilmiştir. Bunlara göre iyilik, ödev vb. gibi törebilimsel kavramlar apaçık, araçsız elde edilen ve ancak sezgiyle bilinebilen kavramlardır. Ne toplumsal ne de doğasal yaşamdan çıkarsanamazlar. Törebilimsel sezgiciliğin amacı, burjuva ahlâkının değişmezliğini savunmaktır.

4) Matematiksel Entüisyonizm: Brower, Weyl, Heyting vb. gibi düşünürlerce geliştirilmiştir. Bunlara matematik, mantık, tanıtlama, mantıksal kesinlikle değil, doğrunun sezgisel olarak kavranmasıyla gerçekleştirilir. Sezgi, bunların dilinde, düşüncelerdeki ayrılıkları saptama yeteneğidir. Düşünmek demek sezmek demektir. Mantık kurallarının uygulanabilir olup olmadıkları da sezgiyle saptanır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Epistemoloji
İnsan bilgisinin yapısını ve geçerliliğini inceleyen felsefe dalı.

Bilgi felsefesi ile mantık arasında temel bir ayrım vardır. Mantık, geçerli usavurmanın biçimsel yapısını inceler ve geçerli çıkarımın ilkelerini ortaya koyar. Epistemoloji ise her türlü bilme ediminin yapısıyla ilgilenir. Epistemoloji, etik, toplumbilim ve din felsefesi gibi disiplinlerle sürekli iletişim halindedir.

Genellikle bilen bir özne ile, bilinen bir özne arasındaki ilişki olarak incelenen bilgi sürecinin bu iki öğesine farklı anlam ve ağırlıkların verilmesi tarih boyunca farklı bilgi felsefesi anlayışlarını doğurmuştur. Daha çok nesneye ağırlık veren anlayışlar gerçekçi (realist) özneye ağırlık verenler ise idealist olarak nitelenir. Gerçekçi yaklaşım bilginin, nesnesinin dış dünyada gerçekten var olduğunu, idealist yaklaşım ise bilginin, ağırlıklı olarak öznenin kurduğu ve gerçekte var olmayan nesnelere yöneldiğini savunur. Bilgi felsefesinin, bu karşıtlık içinde, ortaya çıkan temel sorunu, dış dünyanın gerçekliğidir; bu çerçevede bilgi felsefesi ****fizikle yakın ilişki içindedir. Bilginin nesnesinin, gerçek olup olmadığı, bilgi içeriğinin dış gerçeklikte bir karşılığının bulunup bulunmadığı, bilmen dünya ile kendi başına, bilgiden bağımsız var olan dünyanın birbirlerine ne, ölçüde uyduğu, aynı temel sorun çerçevesinde irdelenen öteki sorunlardır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Erekbilim
Olayların ve ilişkilerin bir amaca ya da sona yönelik olduğu görüşü. Olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle değil, ereksel nedene bağlı olarak açıklanması biçiminde de tanımlanır. İnsan düşüncesi doğadaki başka şeylerin davranışını da benzer biçiminde açıklama eğilimindedir; buna göre nesneler ya kendileri belli bir amaca yöneliktir ya da doğayı aşan bir zihin tarafından yönlendirilir. Aristoteles herhangi bir şeyin tam olarak açıklanabilmesi için maddi, biçimsel ve hareket ettirici neden ile birlikte ereksel nedenin de dikkate alınması gerektiğini ileri sürerek erekbilimin ilk kapsamlı tanımını yapmıştır.

Terimin Aristoteles’ten gelen ****fizik anlamı, erek sözcüğünün bütün anlamlarında ereklik’in incelenmesini dile getirir. Nesnelerin neden meydana geldiklerini açıklayan nedensellik yasasına karşı, nesnelerin hangi erek için meydana geldiklerini araştıran ereksellik anlayışı, evrende böylesine bir erek güdebilecek üstün bir gücün varlığı inancına dayanır. Oysa bu öznel ****fizik erekselliğin karşısında, nesnel ve bilimsel bir ereksellik de vardır. ****fizik ereksellik tanrılık planının sonucu, bilimsel ereksellikse özdeksel ve nesnel nedenselliğin sonucudur.

Erekbilimin törebilimsel anlamı, insan yaşamındaki törebilimsel erekleri saptamaya çalışır. ****fizik erekbilim, evreni, ereklerle araçlara arasındaki ilişkilerin bir toplamı sayar. ****fizikçiler bilimsel nedenselliğin karşısına, ruhsal erekselliği çıkarırlar. Bu anlayışa göre herhangi bir varlığın yapısını ve gelişmesini belirleyen onun nedeni değil, ereğidir. Bu ereği de ruhsal bir ilke, üstün bir us ya da açıkça tanrı koymuştur. Örneğin buğdayı buğday eden, buğday tohumu nedeni değil, tanrıca saptanmış olan buğdaylaşma ereğidir.

16. ve 17. yüzyıllarda modern bilimin doğuşuyla doğal olguların yalnızca hareket ettirici nedenlerle gereksinim duyulan mekanik açıklamaları öne çıktı. Erekbilimsel açıklamalarda ise Aristotelesçi teleolojide olduğu gibi şeylerin kendi doğalarında bulunan amaçlara doğru geliştikleri değil, biyolojik organizmalar dahil bütün nesnelerin ussal bir varlık tarafından yönlendirilen makineler olduğu kabul edildi.

Kant Kritik Der Urteilskraft’ta insan bilgisi açısından ele aldığı erekbilimin gerçekliğin doğası değil, soruşturmanın ilerleyiş biçimi açısından bir yol gösterici olduğunu, yani yapıcı bir ilke değil, düzenleyici bir ilke olduğunu ileri sürdü.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Estetik
Güzeli ve güzel sanatların doğasını inceleyen felsefe dalı. Estetiği bağımsız bir bilim olarak ilk ileri süren ve adlandıran Alman düşünürü Alexander Baumgarten’dir. Baumgarten’in verdiği anlamda estetik, duyusal bilginin bilimidir, konusu duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği de güzel üstünde düşünme sanatıdır. Bununla beraber estetik bir felsefe kolu olarak Alman düşünürü Kant ile önem kazanmıştır.

Estetik, insanın dış dünyaya gösterdiği, “güzel” ve “çirkin” sözcükleriyle dile gelen tepkileriyle ilgilidir. Ama “güzel” ve “çirkin” terimlerinin kapsamları belirsiz, anlamları da öznel ve görelidir. Üstelik, etkileyici bir doğa görünümüyle ilgili gözlemlerde ya da sanat eleştirilerinde kullanılan nitelemeler yalnızca güzel ve çirkinle sınırlı değildir; anlamlı, dengeli, uyumlu, ürpertici, yüce gibi bir dizi başka kavram da değerlendirmeye girer.estetik kuramı, bir yandan güzelin yalnızca öznel olmayan, nesnel bir içerik de taşıyan bir tanımını yapmaya, bir yandan da bu değişik terimler arasındaki bağıntıları belirlemeye çalışır. Temel sorunları ise estetiğin öznesine, estetiğin nesnesine ve estetik yaşantıya ilişkindir.

Estetik alımlayıcı(özne): estetik alımlayıcı sanat yapıtından ya da bir doğa görünümünden haz duyan, estetik tat alan bir varlıktır. Estetik tat almak, sanat yapıtı üretmek ve değerlendirmek, güzel ve çirkin gibi yargılarda bulunmak ancak belirli varlıklara özgü bir yetidir.

Estetik Nesne: estetik nesne terimine iki farklı anlam verilebilir: maddi nesne ve ereksel nesne. Ereksel nesne, nesneye insanın yüklediği anlamdır; zihin içindedir. Oysa maddi nesne öznenin zihninden bağımsızdır. Estetik nesne, ereksel anlamıyla tanımlanırsa, estetik kuramının asıl konusu da estetik yaşantı olur. Oysa Kant felsefesinin öznelliğine karşı çıkanların amacı, estetiğin duygular ve öznel yaşantılar alanından çıkararak estetik nesnenin kendi özellikleri üzerinde temellendirmektir.

Estetik Yaşantı: estetik yaşantı birbirini tamamlayan iki önermeyle tanımlanabilir:1) estetik nesne duyusaldır; görülür, işitilir ya da duyusal biçimiyle zihinde canlandırılır; insana bu duyusal özellikleri nedeniyle haz verir. 2) estetik nesne aynı zamanda düşünülen, seyrine dalınan bir nesnedir; yalnızca duyulara hoş geldiği için değil, bir anlam içerdiği, bir değer taşıdığı için de ilgilendirir.

Bu önermelerden ilki, estetik sözcüğünün kaynağına (duyum) işaret eder. İkinci önerme ise beğeni yargılarının temelini oluşturur. Seyretmeye değer bulunan nesnelerin değersiz bulunanlardan ussal olarak ayırt edildiğini gösterir.

Kant’a göre estetik yaşantının ayırt edici özelliği “çıkarsız” oluşudur.çağdaş estetiğin çıkış noktası olan bu önerme, estetiği ahlaktan da bilimden de ayırır. Ahlaki davranışlarda bir “çıkar” öğesi vardır; evrensel sayılan bir davranış ölçüsü bütün insanlara benimsetilmek istenir. Bilimde nesnelerin iç yapılarını, işleyişlerini ve neden-sonuç ilişkilerini araştırır; nesneleri denetim altına almak, insanın hizmetine koşmak ister. Oysa estetik yaşantının öznesi, estetik nesneyle bir merakını gidermek için ilgilenmez; estetik nesneyi başka bir amaca hizmet eden bir araç olarak da görmez. Estetik yaşantı da insan, karşısındaki nesneyi hep belli bir uzaklıktan seyreder: estetik yaşantı kullanma, sahip olma, tüketme ve ahlaki açıdan yargılama gibi davranışları dışarıda bırakır.

Kant’a göre estetik us, kuramsal us’la uygulayıcı us arasında bir köprüdür ve kuramın uygu alanındaki denetçisidir. Estetik us, bir yargı gücüdür ve doğru düşüncenin iyi uygulandığını güzel yargısıyla yargılar. Kant’a göre güzel olan, doğrunun iyilikte gerçekleştirilmesidir. Kant’ın bu düşüncesinde Yunan felsefesinde olduğu gibi güzel’i iyi ile birleşik kılan bir ereklilik belirse de, Kant bunu biçimsel bir ereklilik “ereği olmayan ereklilik” olarak tanımlar. Daha açık bir deyiş ile güzel’in ereği kendisidir; güzel, güzel olduğu için istenilir. Güzel’in ereği başkaca hiçbir erek gözetilmeksizin, gene kendisinden doğan estetik hazdır. Güzel, burada bir ereğe koşulmuş olduğundan değil, sadece bir ereğin biçimi olduğundan güzeldir. Buysa, hiçbir karşılığı gerektirmeksizin, salt bir hazdır. Kant’a göre estetik yargı, bir beğeni yargısıdır. Güzel bir yargının nesnesidir. Kant bu yargıyı genellikle geçerli kılmak ister ve ortak estetik bir duygunun varlığını ileri sürer. Ona göre bu yargı, herkeste ortak olan ideal bir ölçüyü yansıtır. Bu yüzdendir ki Kant “beğeniler tartışılamaz” anlayışına karşı çıkmakta ve beğenilerin tümel geçerli olmasını savunmaktadır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Existentialisme
(Varoluşçuluk)
İnsanın dünyadaki varoluşunun somutluğuna ve sorunsallığına ağırlık vererek yorumlayan felsefi yaklaşımların ortak adı. İnsanın kendi kendini yarattığını söyler.

Varoluşçu düşünceye göre:

1) Varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu yaklaşımıyla varoluşçuluk bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizm biçimlerinin karşıtıdır.

2) Varoluş öncelikle varoluş sorununu içinde taşır ve dolayısıyla varlığın anlamının araştırılmasını da içerir. Bu yaklaşımıyla insanı verili, eksiksiz bir gerçeklik olarak gören ve anlaşılabilmesi için parçalarına ayrılması gereken, bir birim olarak algılayan nesnelcilik biçimlerinin ve bilimselciliğin karşıtıdır.

3) Varoluş insanın içlerinden herhangi birini seçebileceği bir olanaklar bütünüdür. Bu yaklaşımıyla her türlü belirlenimciliğin karşıtıdır.

4) İnsanın önündeki olanaklar bütünü öteki insanlarla ve nesnelerle ilişkilerinden oluştuğundan varoluş her zaman bir “dünyada var olma”dır. Bir başka deyişle insan her zaman seçimini sınırlayan ve koşullandıran somut tarifsel bir durum içindedir. Bu yönüyle de varoluşçuluk yalnızca tek bir “ben” in varlığını vurgulayan tek benciliğin ve bilgi nesnelerinin zihnin içeriklerinden ibaret olduğunu vurgulayan epistemolojik idealizmin karşıtıdır.

Varoluşçuluk 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı maddi ve manevi çöküntünün içinden yeni bir anlayış biçimi olarak ortaya çıkmıştır. İnsan varlığının büyük bir tehlike içinde olduğunu, insanın istikrarsız bir dünyada yaşamak zorunda bırakıldığını “ dünyaya atılmış” olduğunu vurgulamıştır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

F Dizini


Fenomenoloji*(Görüngübilim)
Bilim verilerinin doğrudan incelenmesiyle elde edilmiş ve somut deneyim konusu olmuş fenomenlere, nedensel açıklamalara ilişkin kavramlardan ve incelenmemiş ön kabullerden bağımsız yaklaşma yöntemi. Fenomenolojinin kurucusu Alman düşünür Edmund Husserl’dir. Ona göre gerçek, Platon’un da ileri sürdüğü gibi, mutlak olmalıdır. Eş deyişle her nesnenin bizim ona verdiğimiz anlamın ve yakıştırdığımız özelliklerin dışında, kendine özgü ve kendinde olan, her zamanda geçerli ve değişmez bir yapısı vardır. Nesne, insanların değil, insanların dışında öncesiz ve sonrasız bir nesneler dünyasının varlığıdır. Fiziğin ürünü olmadığı gibi ****fiziğin de ürünü değildir, kendi saltık(mutlak) yapısı içindedir. Gerçek, böylesine ideal bir yapı taşıyanın niteliğidir. Husserl, bu savıyla tümüyle Platon’un savına yaklaşır.

Husserl’in biçimlendirdiği fenomenolojik yöntemin ilk adımı fenomenolojik indirgeme ya da epokhe’dir. Epokhe zihinsel edimlerin, bu edimlerle ya da dünyadaki nesnelerin varoluşuyla ilgili kavram ve ön kabullerden bağımsız betimlenmesini, olanaklı kılar. Fenomenoloji, Psikolojinin tersine zihinsel edimlerin nedenlerini, sonuçlarını ve bu edimlere eşlik eden fiziksel unsurları dikkate almayız. Ama bu süreçte nesneler bütünüyle ortadan kalkmaz. Çünkü incelenen nesne her zaman gerçek bir varlık olmayabilir, ejderhaların varlığın inanabilir ya da pembe fareler düşlenebilir, nesne gerçek dışı olabilir. Dolayısıyla zihinsel edimlerin betimlenmesi, nesnelerin de betimlenmesini içerir. Ama bu nesnelerin var oldukları varsayılmaksızın yalnızca birer fenomen olarak betimlenir.

Fenomenolojik yöntemin ikinci adımı, eidetik indirgemedir. Bu adım, bir nesnenin eidosunu(Yunanca da biçim) sezebilmeye, nesneyi olasılıklar ve rastlantılar dışındaki değişmez öz yapısı içinde kavramaya verir; böylece yalnızca belirli bir zihinsel edinimin değil onunla karşılaştırılabilir her türlü edimin eidosu sezilebilir. Örneğin görülen her nesnenin bir rengi, uzamı ve biçimi olmalıdır. Eidetik indirgeme yalnızca duyusal akıl ve nesnelerin incelenmesinde değil, matematiksel nesnelerin, değerlerin, ruhsal durumların ve arzuların incelenmesinde de kullanılabilir.

Fenomenolojik yöntem nesnelerin bilinişi sırasında bu nesnelerin kurulduğu ya da inşa edildiği süreçleri de dikkate alır. Örneğin bir ağacın görülmesi sırasında, ağacın değişik zamanlarda, değişik açılardan ve uzaklıklardan görülmesiyle çok çeşitli görsel deneyimler edinilir ama görülen şey gene tek bir kalıcı nesne olarak algılanır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

G Dizini

Geneller
(Tümeller)
Genel kavramlar... Bu deyim,tümeller ve evrenseller deyimleriyle anlamdaş olarak, mantık dilinde beş genelleri dile getirmek için kullanılır. ****fizikte ve idealist felsefedeyse tüm genel kavramları dile getirir. Tarihsel süreçte idealizm, bu genel kavramlar üstüne kurulmuştur. Antik çağ Yunan Eleacılarından başlayıp Platon ve Aristoteles felsefelerinde biçimlenen ve Hegel felsefesinde doruğa ulaşan idealizmin temel önermesi geneller(tümeller ya da evrensellerin)’in gerçek varlıklar olduklarıdır. İzledikleri mantık şudur: Gerçek varolan değil tam tersine varolmayan’dır.Geneller varolmaz, sadece bireyseller varolur. Örneğin ak bir genel kavramdır, bütün ak bireysellerden soyutlanarak elde edilmiştir ve bunun için de yoktur, buna karşı ak çiçek vardır, çünkü bireysel bir nesnedir. Varolmak belli bir uzayda ve mekanda varolmaktır. Ama bütün uzay ve mekan aransa ak’a rastlanamaz. Demek ki geneller, ne uzay ne de zamandadır, hiçbir yerde ve hiçbir zamana olmayan da yok demektir. Varolan her şey bireyseldir, genelse bireysel olmayandır. Ne var ki nesnel gerçeklik üstündeki tüm bilgimiz kavramlardan, eş deyişle genellerden oluşmuştur. Demek ki gerçek, bireysel değil, geneldir. Genel varolmadığına ve sadece bireysel varolduğuna göre bundan çıkan zorunlu sonuç, geçeğin, varolan değil, varolmayan olduğudur. Demek ki asıl gerçek varlık, varolan değil, varolmayan bir varlıktır. ****fiziğin ve idealist felsefenin bu sözcük oyunları bir yanıyla Berkeleycilikte, öteki yanıyla Hegelcilikte uçlaşmıştır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

Gnostikler
Antikçağ Yunan felsefesini gizemcilik ve Hıristiyanlıkla kaynaştırmaya çalışan dinsel-gizemci düşünürler... İ.S. 1. ve 2. yüzyıllar da yaşayan Valentin, Simon, Basilide, Corpocrade, Saturnin, Marcion vb. düşünürler gizemsel-dinsel bir felsefe oluşturmuşlardır. Bu felsefe, antikçağ Yunan felsefesini ve özellikle Platonculuğu, Pitagorasçılığı, ilkçağın gizemsel dinlerini, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı seçmeci bir tutumla kaynaştırarak biçimlendirmiştir. Temel düşünceleri, saltık bilginin anlık sezgilerle kavranabileceği inancıdır. Dilimizde bilinirciler adıyla anılan gnostikler, gerçekte, gizemci tarikat adamlarıdır ve tüm dinleri saltık bilginin sağlanmasında yetersiz bulurlar. Onlar için saltık bilgi, dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir. Bu yüzden Hıristiyanlarca sapkın sayılmışlardır. Çünkü İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu, doğduğu ve büyüdüğü, çarmıha gerildiği gibi dogmalarını yadsırlar. Onlar için İsa düpedüz bir insandır. Ne Tanrı ne de oğlu doğmaz, büyümez, hele çarmıha hiç gerilmez.İngiliz düşünür Bertrand Russell, İsa’yı bir insan sayması bakımından İslam peygamberi Muhammet’in de bir gnostik olduğunu söyler.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

İ Dizini


İdealizm
Felsefe’de dünyayı ve varoluşu, bilinç ve düşünceyi önem vererek açıklayan öğreti... idealistler, varlıklar arasındaki soyut ilişkilerin, duyularla algılanan nesnelerden daha gerçek olduğunu ve insanların var olan her şeye düşünsel bağlamda, idealar aracılığıyla ve idealar olarak bildiğini savunurlar. İdealizmin birçok türü olmakla birlikte hepsinin paylaştığı ortak ilkelerden söz edilebilir. Tümellerin varlığı, burada ve şimdi varolanıın aşılması, varlıklar arasındaki ilişkilerin o varlıkların dönüştürüleceği varsayımı, çelişik bileşenleri bütünleştiren sistemler kurmaya yönelik diyalektik yaklaşım,; zihnin, özellikle tinin maddeden önce sayılması.

****fizik veya epistemolojik yaklaşımı temel alması bakımından idealizmin iki temel biçimi vardır: ****fizik idealizm gerçekliğin idealara dayandığını, epistemolojik idealizm ise bilgi sürecinde zihnin yalnızca tinsel olanı kavrayabileceğini ya da nesnelerin gerçekliğinin algılanabilirliklerinden kaynaklandığını savunur. İlk biçimi ile idealizm dünyadaki temel tözün madde olduğunu, bunun da maddi biçimler ve süreçlerle bileneceğini ileri süren maddeciliğin, ikinci biçimi ile insan biliminin, zihnin dışında ve bundan bağımsız olarak var olan nesneleri gerçekte oldukları gibi görüp kavradığını öne süren gerçekliğin karşıtıdır. Gözlemlenebilir gerçekleri ve ilişkileri vurgulayarak ****fizik görüşlere karşı çıkan olguculuk ile ateizm ve şüphecilik gibi akımlarda idealizme karşı çıkar.

Felsefi idealizmin tarihsel gelişiminde, başlıca üç sorunu yanıtlama çabası belirleyici olmuştur.

1)İnsan deyiminin sonul gerçekliği nedir? Bu soruya verilen yanıtlar iki uç arasında dağılır. Deneyci filozoflardan David Hume’a göre insan deneyiminde anlatımını bulan sonul gerçeklik, olayların her bireyin bilincinde ard arda akışıdır. Bu düşünce, tüm gerçekliğin tek bir benliğin anlık duyu deneyimine indirgenmesi sonucuna varır. Öteki uçta usçu filozoflardan Spinoza’yı izleyenler için sonul öz, kendi başına var olabilen ve yalnızca kendisi tarafından kavranabilendir.

2) bilginin içeriğinde verilen nedir? Verilerin mantıksal yorumu ve açıklamasıyla ne elde edilebilir? İdealistlere göre bilgi sürecinin sonu, bireysel deneyimin dışında kalmakla birlikte gene de somut bir tümel ya da bir dizgedir. Verilen mantıksal yorumu ve açıklaması, gerçekte, yeryüzünü üzerinde yaşayanlarca tümüyle yeni bir biçime dönüştürülmesi demektir.

3)Bir düşünür zaman içindeki oluşum ve değişim olgusu ya da değişik amaçlar ve değerler karşısında nasıl bir tutum alınmalıdır? İdealistlere göre us yalnızca doğadaki uyumlu düzeni ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda uygar bir toplumun kültürel yaşamının parçası olan devleti ve öteki kurumları da yaratır, bu kurumların değerlerini korumak ve geliştirmek, her uygar insanın ahlaki temel görevidir. Uluslar arası etik kurallarına da katkısı bulunan idealistler, hiçbir ulusun etkin güçlerini bir başka ulus üzerinde hüküm sürmek için kullanamayacağını ileri sürerler. Bu güç, yalnızca bir başka ulusun yaratıcı güçlerini ilerletmek, onların kültürel düzeyini kalkındırmak için kullanabilinir. İdealizmin de tarih felsefesi, değer felsefesiyle yakından ilişkilidir. Benedotto Croce bu tarih felsefesini “her gerçek tarih, çağdaş tarihtir” deyimiyle özetler.

İdealistlerin başlıca dört savından biri Berkeley’in esse est percipi (var olmak algılanmış olmaktır) ilkesidir. Nesnelere dayandırılan bütün nitelikler duyu nitelikleridir. Bunlar ancak duyu organları bulunan bir özne tarafından algılandıklarında var olurlar. Maddenin varlığını ve duyu algılarının maddeden kaynaklandığını görüşünü yadsıyan bu yalın sav, geniş tartışmalara yol açmıştır.

Özneyle nesnenin karşılıklı birbirine bağımlı olduğu savı, birinci savla yakından ilişkilidir. Nesnesi olmayan bir özneyi düşünmek olanaksızdır; çünkü özne olmak bir nesnenin ayrımında olmaktır. Buna karşılık her nesne de ancak bir öznenin karşısında nesnedir. Bu ilişki mutlak ve evrensel bir biçimde karşılıklıdır. Dolayısıyla her tam gerçeklik, bir nesneyle bir öznenin birliğidir, yani somut bir tümeldir.

İdealizmin üçüncü savına göre insanın en dolaysız deneyiminde, yani kendi öznel bilinçliğinde sezgisel ben, tinsel özellik taşıdığı var sayılan sonul gerçekliği doğrudan kavrayabilir. Örneğin Platon’a göre, “iyi ideası”na sıçrama mistik bir nitelik taşır.

İdealizmin dördüncü savı özellikle Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için geliştirilmiştir. 11. yüzyılda Canterbury’li Aziz Anselmus’un geliştirdiği bu sava göre yetkin bir varlığın varolması zorunludur, çünkü varolamak yetkinliğin temel öğelerinden biridir. Tanrı yetkin olduğunu göre varlığı da zorunludur. Bazı idealist filozoflar bu savı idealizmin öteki ilkelerine de yaymışlardır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

İlinek
Kendi başına bir varlığı olmayan, dayanacak bir töze muhtaç olan ve dayandığı tözü değiştirmeksizin, değişebilen nitelik... Renk, koku, tat vb. gibi nitelikler böyledir. Örneğin elmayı kabuğu ile bitlikte renklerinden soyalım, elma gene elmadır. Elmanın rengi kendi başına var olmaz, varolabilmek için elmaya muhtaçtır. Elma hep elma olarak kaldığı halde, rengi yeşil, sarı, kırmızı olarak değişir

İlinek terimi özellikle skolastik felsefede işlenmiştir. Cins, tür, ayrım, özellik ile birlikte beş tümelden biri sayılmıştır. Skolastiklere göre herhangi bir şeyin kiplerinden her biri ilinektir, örneğin bir özdeğin biçimi böyledir. İlinek sözcüğü, terim olarak ilkin Aristoteles tarafından kullanılmıştır. Aristoteles’te ilinek bir konuya bağlı olan o konu olmadan kendisi var olamayan şey; kendi başına var olamayan, bir taşıyıcı , bit tözü gerektiren şey; tözün niteliği anlamına gelir.

İlinekler ayrılır ve ayrılmaz nitelikler olmak üzere ikiye ayrılır. Örneğin koşmak insan için ayrılır bir ilinek, zenci bir insan için siyah olmaksa ayrılmaz ilinektir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

İnsanÜstücülük
(Uebermensch)

Üstün insan... Alman düşünürü Nietzsche tarafından terimleştirilen deyim.

Nietzsche, bu deyimi şöyle tanımlar: “maymuna oranla insan neyse, insana oranla insan üstü de odur.” Bir başka yapıtında da şöyle der: “insanlık içinde, ortalama insandan başka, daha yüksek ve daha güçlü bir insan türünün gerçekleşmesi gerekir. Bu düşüncemi ben insan üstü sözcüğüyle dile getiriyorum”. Nietzsche’ye göre tanrı ölmüştür, insan artık yalnızdır ve kendi değerlerini kendisi yaratmak zorundadır. İnsan için gereken erdem, Hıristiyanlığın acıma ve insan sevgisi gibi insanı sünepeleştiren erdemleri değil, güçlü olma erdemidir.

Kökleri Fichte’ de bulunan bu felsefe, olumsuz yönlerinin gelişmesiyle varoluşçuluk vb. gibi çağdaş düşünce akımlarını meydana getirdikten başka, sonunda Alman nazizmini doğurmuştur. Nietzsche, yeryüzünün efendisi olacak yönetici bir ırk gerektiğini ve Almanya’ya Yahudi akımının durdurulması kanısında olduğunu söyler. Törebilimi aristokrattır, “iyi bir aileden doğmadıkça hiçbir ahlaklılık mümkün değildir, insanın her ilerleyişi aristokratik toplumdan gelir.” Der. İnsan üstü ereği, Nietzsche’nin deyimiyle aynen, “milyonlarca salağı ortadan kaldırarak geleceğin insanını kalıba dökmek”tir ve “bütün bir ulusun yoksulluğu bir insan üstü’nün acı çekmesinden daha az önemlidir”.

Nietzsche, Hıristiyanlığa karşı olduğu kadar, onun deyimiyle, “milyonlarca salağı” insan etmek isteyen toplumculuğu da karşıdır. Ona göre toplumculuk, “milyonlarca salağı” insan üstü’lere karşı çıkarmaktadır. Oysa “milyonlarca *****” öğretimden yoksun bırakılmalı, birçok gerçekleri bilmemeli ve insan üstü’lere kölelik etmelidir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Felsefe Sözlüğü

J Dizini


Janseniusculuk
Descartes usçuluğuyla Augustinus tanrıcılığını uzlaştırmaya çalışan Piskopos Jansenius’un öğretisi...

Hollandalı piskopos Cornelis Jansenius’a göre insan günahlarla yüklü bir yaratıktır ve ancak tanrı bağışıyla kurtulabilir. Tanrının kendini bağışlamasını dilemek ve beklemekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktur. Jansenisme tümüyle Agustinius anlayışına dayanır ve insan özgürlüğü yadsır. Bu yönüyle insan özgürlüğüne büyük pay ayıran Jesuitisenism’in karşısındadır.

Jansenius ve yandaşlarına göre Luther ve Calvin’in tanımladığı Tanrı kayrası öğretisine karşı çıkan Karşı- reform ilahiyatçıları, tanrısal bir ilk neden yerine insanın sorumluğunu vurgulayarak karşı uca savrulmuşlar, Aziz Augustinus’un 5. yüzyılda savaştığı Pelagiusçu hareketliliğe düşmüşlerdi. Jansenius bu tutuma ilk günahın ve şehvetin gücünün insan doğasında yol açtığı bozulmayı vurgulayarak karşı çıktı. İsa’nın kurtarıcılığının olanaklı kıldığı ve insanlığa gerçek özgürlüğe tek başına yeniden kavuşturabilecek Tanrı kayrasının gücünü yüceltti. Ayrıca iyilik işleyebilmek için her zaman Tanrı kayrasının zorunlu olduğu, kayranın yanılmazlığı ve insan yazgısının mutlak biçimde Tanrı istencine bağlı olduğu yönündeki Augustinusçu savları destekledi.

Janseniusculuk, kendisine özgü öğretilere değil belirli bir yaklaşıma ve ruhanilik anlayışına dayalı karmaşık bir hareketti. Reform hareketiyle aynı doğrultuda kiliseyi Hıristiyanlığın başlangıcındaki biçimiyle canlandırmayı amaçlıyordu. Gerçek Hıristiyan ilahiyatından ve ibadetinden ödün verilmesine karşıydı. Ama resmi öğretiye aykırı abartılı bir tutum benimsendiği için kilise tarafından reddedildi.

Janseniusculuk aynı zamanda bir Hıristiyan tarikatı olarak Port-royal manastırında toplanan düşünürlerce benimsenmiş ve izlenmiştir. Arnauld , Nicole, Blaise Pascal gibi düşünürlerin elinde işlenen bu öğreti sonunda tüm gizemciliğe varmıştır.
 
Üst